Abdestsiz Nöbet Tutmam



Abdestsiz Nöbet Tutmam

Sultan İkinci Abdülhamid Han vaktiyle, Sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı. Bu nöbetçilerin ananesel olarak geceleyin tek seslenişleri yankılanırdı etrafta: 

Kimdir o? 
anlamli-hikayeler
Kim var orda?.. Hiç kimse yoktur ama onlar adeta birilerini görüyormuş benzeri, belli aralıklarla daima seslenirlermiş... Böylelikle sürekli uyanık durduklarını ve görev en başında olduklarını duyururlarmış. Bununla Birlikte bu askerler her saat başı nöbeti yabancı arkadaşlarına devrederlermiş. Tek gece, tekrardan nöbet yerinden sesler duyar Padişah: 

Kimdir o?

Kim var orda?.. 

Aradan bir saat geçmesine nazaran, tekrardan benzer ses bağırır: 

Kimdir o? 
Kimdir var orda?.. 

Sultan'ın ilgisini çeker. Bu ses, tek saat geçtiği takdirde değişmemiştir. Oysa her saat başı nöbetçi değişmelidir. Tek süre bekler ve tek daha sese dikkat kesilir. Hayret, ses bir önceki sestir. Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han, anında ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler. Nedeni Ise kendisine karşın tertip etmiş müthiş tek bombalı suikasttan kıl hissesi kurtulmuştur. Ve bu durum daha tek sürü yenidir. Acaba tekrardan tek Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor?

Biraz hemen ardından saatinde değişmeyen nöbetçi, Sultan'ın huzurundadır. Merak ve korku ile yüzü yerde beklemektedir. 

Padişah sorar: 

Sen kaç saattir nöbettesin? 

- Tek buçuk saate yaklaştı, Hünkârım. 

Niçin saat en başında vazifeni devretmedin? 

Hünkârım, benden sonraki arkadaş rica etti, onun mahaline de nöbet tutuyorum. 

Niçin? Ne Amaçla usulü çiğniyorsun? 

O mert Mehmetçik utançla indirir kutlu başını. Ürkekliği iyice artar, anlam etmek istemez. Ancak Sultan'ın ısrarı üst kısmına şu şekilde konuşur: 

Sultan'ım, benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. "Ben bu takdirde iken Halife-i Müslimîn'in savunmasında görev alamam. N'olur, sen benim yerime de nöbet tut, hemen ardından da ben senin mahaline tutarım" diye konuştu. Ben de kabûl ettim. 

Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın tek sürü hoşuna gider. Sabahleyin anında gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini anlam eder.

Yunus Emre Sözleri


¦ Söze târîh yedi yüz yediydi, Yunus cânı bu yolda fidîyidi.

Tehî görmen kimseyi hiç kimsene boş değil, eksiklik ile nazar erenlere güzel değil.

¦ İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.

Aşk aşıkı şir eder, aslanı zencir eder, sert taşı mum eder

¦ Beni bende demen bende değilem, tek ben vardır bende benden içeri.

Türlü çeşitli cefanın adını aşk koymuşlar.

¦ Yaratılanı güzel gör, Yaradan'dan ötürü .

Benlik davasını bırak, muhabbetten olma ırak, sevgi ile dolsun yürek , hoşgörülü olmaya bak…

¦ Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum; bana seni sebep seni.

Ana rahminden geldik pazara, tek kefen aldık döndük kabre.

¦ Ya Rabbena hayreyle, Muhammed'e yâr eyle, Kabrimizi nur eyle, Kabre vardığım gece.

Ölümden ne korkarsın, korkma bengi varsın.

¦ Dünya uydurma kardeşim, dünya yalan! Var mı uydurma dünyada bakî kalan . Mal da uydurma, mülk de uydurma. Var biraz da sen oyalan.

Derdi dünya olanın, dünya civarı derdi vardır…

¦ Hoştur bana senden gelen . Ya gonca gül yahut diken. Ya hayattır yahut kefen. Nârın da güzel, nurun da güzel. Kahrın da güzel, lütfun da güzel.

ZuIüm iIe abad oIanın akıbeti berbad oIur.



¦ Biz geImedik dava için , bizim işimiz sevda için , dostun evi gönüIIerdir, gönüIIer yapmaya geIdik.

Hiç hata yapmayan birey, hiçbir birşey yapmayan insandır. Ve hayatta en büyük hata , kendini hatasız sanmaktır.

¦ Tek defa gönüI yıktın ise bu kıIdığın namaz değiI, yetmiş iki miIIet bile eIin, yüzün, yumaz değiI.

Olsun be aldırma Yaradan yardır. Sanma ki zalimin ettiği kârdır. Mazlumun ahı indirir şâhı. Her şeyin tek zamanı vardır.

¦ Az söz erin yüküdür, çok söz hayvan yüküdür.

Ey hayat ırmağından su içenler! Gelin soralım canlara ki güzelliği ne oluyor da gidiyor. Ben hep seninim diyordu, hemen neyi buldu da gidiyor?

¦ Tek bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme. Tek gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme.

Elif okuduk ötürü , pazar eyledik götürü, Yaratılmışı güzel gördük, Yaratandan ötürü .

¦ Ya elim al kaldır beni. Ya vaslına erdir beni. Çok ağlattın güldür beni. Gel gör beni aşk neyledi.

Eğer hor eğer saygı Kişiye sözden ciro. Zehr ile pişen aşı Yemeğe kim ciro.

¦ Mansur'um, uş dâra geldim, Yusuf'um, pazara geldim. Aslanım, şikâra geldim, velâkin yatağım orda.

Dağlar nice yüksek ise, sokak hatıran üstünden geçer.

¦ Bu dünyaya gelen gider. Yürü fani dünya, sana gelende gülmüş var mıdır?

Ey Yunus Hakk'ı bilen söylemez hergiz uydurma,ikilik ile gelen gerçek sokak bulmuş değil.

ibretlik Hikaye


Kaba saba , soluk , yıpranmış elbiseler içindeki yaşlı çift , Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez , sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti…

Öyle ya , şunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

 Adam , yavaşça rektörü görmek istediklerini ifade etti . İşte bu imkânsızdı . Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu . Yaşlı kadın , çekingen bir tavırla;

 " Bekleriz " diye mırıldandı… Ne Türlü olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi . Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü . Saatler geçti , yaşlı çift pes etmedi . . 


Sonunda sekreter , dayanamayarak yerinden kalktı . " Sadece birkaç dk görüşseniz , yoksa gidecekleri yok " diyerek rektörü inandırma etmeye çalıştı . Anlaşılan çare yoktu . Genç rektör , isteksiz bir biçimde kapıyı açtı . Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı . Zaten taşralılardan , kaba saba köylülerden nefret ederdi . Onun gibi bir adamın büronuna gelmeye cesaret etmek , olacak birşey miydi bu? Suratı asılmış , sinirleri gerilmişti . Yaşlı kadın hemen söze başladı . Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi . Erkek Çocukları , burada öyle mutlu olmuştu ki , onun anısına okul hudutları içinde bir yere , bir abide dikmek istiyorlardı . Rektör , bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi . " Madam " dedi , katı bir sesle ,

 " Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir abide dikecek olsak , burası mezarlığa döner… " " Hayır , hayır " diyerek haykırdı ihtiyar kadın . " Abide değil… Belki , Harvard'a bir bina yaptırabiliriz " . Rektör , yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak , " Bina mı? " diyerek tekrarladı , " Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz?

Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı… " Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu . Çoğalış bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi . Yaşlı kadın , sessizce kocasına döndü:

 " Üniversite inşaatına başlamak için gerekli olan ücret bu muymuş? Peki , biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz , o halde? " Rektörün yüzü karmakarışıktı . Yaşlı adam başıyla onay verdi . Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar .

 Doğu California'ya , Palo Alto'ya geldiler . Ve Harvard'ın çoğalış umursamadığı erkek çocukları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular . Amerika'nın en mühim üniversitelerinden birini Stanford'u .

sorulara iman

1- Soru: İnsanlar, yaptıkları işleri Allah yazgısıyla mi yaparlar, yoksa irade-i cüz'iyeleri ile mi işlerler?
Cevap: Cenab-ı Hak, kulunun yapacağı işi ve onu nasıl işleyeceğini biliyor. Bunun amaçlı, o işi, kulun yapacağından ötürü onay emretmiştir. Kulun, iradesine dayalı işlerde, öncesinde bizzat cüz"i istemi, ardından Allah'ın istemi sadır olabilir.
2- Soru: Allah'a, Peygamber'e, (neuzü billah) Sin ve Kaf ile küfreden kişiye merhaba verilir mi?
Cevap: Merhaba, Müslümana verilir. Bu alçaklığı yapan kimse Müslüman değildir ki merhaba verilmeye layık olsun.
3- Soru: Kalbe gelen vesveseleri uzaklaştırmak amaçlı Allah'a sığınmak ve Ayete'l-Kürsi'yi okumak fayda verir mi?
Cevap: Evet, fayda verir. Şeytanı kahredecek en güzel tedbirlerden biridir.
4- Soru: Allah'ın ve Peygamber Efendimiz'in ism-i şerifleri yatak odasında bulunsa bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bu kutlu isimlerin yer aldığı odada yatmanızda bir mahzur yoktur. Kıyafet değiştireceğiniz zaman tesettüre uyarı göstermeniz ve bu kutlu adlara karşın açık bulunmamanız İslami terbiye icabıdır.
5- Soru: Hz.Allah, onay ettiği kaderimizi bizim dualarımızla, isteğimizle ve uğraşmamızla değiştirir mi, yoksa ne civarı uğraşsak takdir-i İlahi değişmez mi?
Cevap: Cenab-ı Hakk'ın takdiratı iki kısma ayrılmaktadır. "Kaza-i mübrem", "Kaza-i muallak". Kaza-i mübrem, "Levh-i mahfuz"da saptama edilmiş bulunduğundan, burada tebdil olmaz. "Bizim katımızdaki bir karar değiştirilmez"(bir) mealindeki ayeti kerime bunun kanıtıdır. Kaza-i muallak, "Levh-i mahv-ü isbat"da saptama edilmiş meydana geldiği amaçlı bunda farklılaşma olabileceği İslam uleması aracılığıyla açıklanmıştır. "Allah dilediğini mahv, dilediği şey'i de isbat eder"(iki) mealindeki ayet ile,"Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil ediverir"(3) manasındaki ayet-i kerimeler bu görüşün kanıtı olarak gösterilmektedir. (bir-Sure-i Kaaf:29, 2-Sure-i Ra'd:39, 3- Sure-i Fürkan:70)
6- Soru: Efendim, ben İslamiyetten haberdar var olan güzel bir ailede büyüdüm. Bunun amaçlı ne civarı şükretsem yetersizdir. İslami bilgilerden ve İslami şuurdan yoksun bırakılmadım. Şeriatin ne türlü bir nizam meydana geldiğini ve biz gençlerin bu uğurda ne türlü çalışmamız icap ettiğini, bağlantı şeklinde bulunduğum hoca ve öğrenci arkadaşlardan öğrendim. Hâlâ devam ediyor bulunduğum lisede, İslamiyetten bihaber ya da körü körüne ona düşman var olan arkadaşlarıma bildiklerimi aktarmaktayım. Buraya civarı her şey güzel! Bu Şekilde bir nimet, 20. yüzyılda herkese kısmet olmuyor. Fakat son günlerde -şeytan ve nefis müstesna- hiçbir stress meydana gelmediği takdirde, Allah'ın varlığı hususunda kuşkuya düşmeye başladım. Önceleri minik (fit) var olan bu şüphe, gitgide beni huzursuz etmeye başlismi. Mesela: Namaz içinde: 'Biz namaz kılıyoruz, ama ya Allah yoksa bu hareketimiz boşuna değil mi?' ya da oruç meblağ iken 'Ya Allah yoksa' şeklinde isimi bir fikir tüm benliğimi sarıyor. O derece ki, bundan arınmak ve sıyrılmak olası olmuyor. O derece ki, bundan arınmak ve sıyrılmak olası olmuyor. Mahkulat ile ilgilenen tefekkür etmeyi denedim ve fakat muvaffak olup bu şüpheyi tamamıyla giderebilsem -İnşaallah- İslamiyetin en güzel yaşayıcısı ve savunucularından bir mücahit olacağım. Bunun Için, bizzat kendime, onlarca kez laf verdim. Ne olabilir bana yardım edin.
Cevap: Pekçok hayat ilimlerinin doğuşunda şüphe önce noktadır. Bu his, kuvvetlenerek zan haline gelmiş, sınırı tesbit edilmiş ve tarifi inşa edilmiş ise "müsbet" olma vasfını kazanmıştır. Felsefe benzeri bu vasfı kazanamayanlar mazide ve hâlde çöküp gitmişlerdir. Fakat Halık'ımızın varlığı o civarı açıktır ki, onun varlığında izahata dahi gereksinim yoktur. Allah (cc) olmasa, aslı faslı, ismi ve cismi olmayan alem ve Adem ne türlü ve nasıl olacaktı? Çamurdaki bir iz, oraya basan ve oradan geçip giden bir canlıya delalet etmeye yeterken, bu muazzam kainat ve içerisinde olan varlıklar, Allah'ın varlığına açık birer delil değil midir? Tahmin ederim ki, şüpheciliği esas alan felsefecilerin etkiyi altında kalmış ya da yahut derslerinize giren hocaların bir kısmının kafalarınıza doldurduğu, felsefe yoluyla gönlünüze aktardığı evham ve şüpheler sizi ve pekçok bahtsız genci bu hale sürüklemektedir. Siz aldığınız dini terbiyenin etkiyi ile imanınızı korumak amaçlı nefs ve iblisin tohumlarını yeşertmesine karşın cihad vermektesiniz. Bu olanak ve iktidara malik olamayanlar, küfrün ve inkarın içerisine düşmekte ve çok kere kendini kurtaramadan fani hayatını bitirmekte ve yitirmektedir. Kalbinize bu şüphe gelince, "Euzü billahi mineşşeytanirracim"i okuyunuz. O devam ettikçe siz de bu kutlu kılıçla nefsin boynunu vurmaya devam ediniz. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de; "Eğer şeytandan bir fit seni dürtecek olursa bir an önce Allah'a sığın. Nedeni Ise O, hakkıyla işitici, tam bilicidir"(4) buyurmaktadır. Inşallah ki, şeytanı bu şekilde kahredip, uzaklaştırmış olursunuz. Bunu takiben, yürekten gelen bir samimiyetiyle, yedi "Kelime-i tevhid" ile yedi kez "La havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil azim" deyiniz. Bu Şekilde bir şüphe bulunmadığı zamanlarda Salevat-ı Şerife'ye devam ediniz. Gün Içerisinde yüz kez Efendimiz'in (sav) ruh-i şerifi amaçlı Salevat okuyunuz. Sesiniz, Allah Resulü'nün (sav) manevi antenlerine intikal etmeye başlar. Bunu takiben Efendimiz'in (sav) şefaat ve yardımlarını isteyiniz. Cankurtaran simidi, ne türlü denize düşeni kurtarmakta destekçi olursa, Salevat-ı Şerife de "itikadi meselelerde" kuşkuya düşeni kurtaran bir "manevi gemi"dir. Bu şüphe hali, namaz içerisinde geldiği zaman, kalbinizin dili ile iblise şu cevabı veriniz: "Allah (cc) olmasaydı, olmayan bir şey amaçlı, sen bana bu vesveseyi yapar mıydın? Senin yaptığın bu vesvese dahi Allah'ın var (sav) olduğunun kanıtıdır." Bir de banyo yaptığınız yere minik abdest bozmayınız. (5) Sure-i A'raf: 200
7 ben Soru: Allah'tan (cc) başkasına secde caiz meydana gelmediği takdirde, meleklerin Adem Aleyhismerhaba'a secdesi ne türlü caiz olmuştur?
Cevap: Meleklerin Adem Aleyhismerhaba'a secde etmeleri, bizzat arzularından doğmuş değildir. Bu secde, Cenab-ı Hakk'ın emriyle olmuştur. Allah'ın (cc) emriyle ve yüce Halıkımızın Hz. Adem'in (as) vücudunda tecelli eden ilahi kudret ve kemalatı önünde secde etmişlerdir. Bu sebeple yaptıkları secde Allah'ın (cc) emriyle meydana geldiği amaçlı, Allah'a (cc) inşa edilmiş olmaktadır. Diğer bir ifade ile bu secde, teabbüdi değil, hürmetle bir eğilmedir.
8 ben Soru: Üzerinde Allah'ın (cc) ismi olan bir yüzük ile helaya girilebilir mi?
Cevap: Bu yüzük parmağında iken helaya girmek mekruhtur. Fakat bu yüzük parmağında iken kırda abdest bozmakta bir mahzur yoktur. Mühim var olan bununla kirli olan mahalle, helaya girilmemesidir.
9 ben Soru: Allah Teala'nın varlığına ve birliğine iman etmenin farz oluşu akli midir, yoksa şer'i midir?
Cevap: Biz Maturilere göre aklidir. İmam Ebu Hanife Hazretleri şu şekilde demektedir: "Şayet Allah, peygamber göndermemiş olsaydı, yarattığı (insan) üzerine, onun varlığını akılla bilmek vacip olurdu."
10 ben Soru: Bir cemiyette bize adamın biri 'Allah nerede ve bana göster' diye konuştu. Bu kişiye ne türlü davranmak gerekirdi?
Cevap: Siz de ondan aklını ve ruhunu göstermesini isteyin. Göstersin bakalım. Var var olan her şeyin görülmesi gerekmediği benzeri, görülmeyen bir şeyin de yok olması gerekmez.
11 ben Soru: Gazetelerde "Allah" lafzı geçiyor ve bu gazeteler çeşitli yerlere atılıyor. Bu Allah (cc)'ın ADINA karşın bir saygısızlık olmuyor mu?
Cevap: Gazete vb neşir vasıtaları içerisinde Lafza-i Celal vb kutlu kelimeler varsa, onları ayak altında bırakmamalıdır. Çaresizlik karşısında toplayıp yakmak daha münasip bir tedbir olabilir.
12 ben Soru: Yatak odasında Kelime-i Tevhid ya da Kelime-i Şehadet sözlü olmayan levhaların bulundurulmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Tesettüre tam riayet edilemiyorsa yatak odasına bu benzeri levhaları asmamalıdır.
13 ben Soru: Zebur kitabına tapanlar halen var mıdır? Eğer varsa onlara ne deriz?
Cevap: Zebur kitabına tapma olmamıştır. Ne var ki onla beraber amel edenler bulunmuştur. Esasen Zebur bazı va'z münacatlardan meydana gelmiştir. Hz. Davud ve onun ümmetleri Tevrat'ın hükümleriyle amel etmişlerdi.
14 ben Soru: İman mahluk mudur, değil midir?
Cevap: Sualinizin va'z ediliş tarzında bir yanlışlık vardır. Doğrusu "Kur'an mahluk mudur, değil midir?" olacaktır. Cevabı bunun için göre verelim: Kur'an-ı Kerim mahluk değildir. 
15 ben Soru: Din ile iman arasındaki fark nedir?
Cevap: Din, "Cenab-ı Hakk'ın va'z ettiği ilahi bir kanundur ki, akıl sahiplerini bizzat ihtiyarlarıyla sonucu hayır var olan şeye sevk (ve teşvik) eder." İman da, "Peygamber Efendimiz'i (sav), Allah (cc) aracılığıyla getirdiği kuşkusuz bilinen şeylerin tamamında tasdik etmek"ten ibarettir.
16 ben Soru: "İlim son sözünü söylemiştir" cümlesini lütfen açıklar misiniz? Sözgelimi, bir İmam Gazali amaçlı de durum bu şekilde midir
Cevap: Bu kağıt üzerinde bahsi geçen ilim, "dini ilimdir." Müsbet ilim ise, emekleme ve zirveye doğru tırmanma gayreti içerisinde bulunmaktadır. Bu sebeple son sözü söyleyememekte ve acze düşmektedir. Yoksa dini ilimlerde lazım gelen söylenmiş bulunmaktadır. İslami ilimler, her hususta sözünü söylemiştir.
17 ben Soru: Din ve imanı ya da bunların esaslarından bir tanesini -maazallah- inkar eden "kafir" olabilir mu?
Cevap: Din ve imanı inkar eden ve İslamiyetin emirlerinden yahut yasaklarından rastgele bir tanesini reddeden kimse, derhal kafir olabilir.
18 ben Soru: Tedbir, takdiri bozar mı?
Cevap: Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz'da onay ve tesbit edilmiş ise, onda değişim cari olamaz. Eğer Levh-i Mahv ü isbatda tesbit edilmiş ise, onda değişim olabilir. Bu değişim Cenab-ı Hak aracılığıyla olabilir. Yoksa bizim tedbirimizden değil.
19 ben Soru: Bugün, hayat üzerinde san'at pek kocaman önem taşımaktadır. Resim, müzik ve heykelcilik vs. de san'attan sayılmaktadır. Hayat milletleri, sanatlarının gelişmiş olması oranında zahiren ve hükmen itibarlı oluyorlar.Bizler, okullarda şu sorularla karşılaşıyoruz: "Uygarlığın gelişmesi demek var olan san'ata karşın çıkmak, uygarlıkla bağdaşmaz. İslam dini, resim, heykel ve müziğe müsaade etmemiş. Bu sebeple insanlığın san'at alanında ilerlemesine set çekmiş oluyor. Ne Türlü olabilir bu şekilde şey?"
Cevap: İslam dini, resmin tamamını ve hacmi şekillendirmek demek var olan heykelciliğin tamamını yasaklamış olmayıp canlı varlıkların resmini yapmayı ve heykel yontmayı men etmiştir. İslami eserlerdeki tezhipler ve minyatürler, cansız varlıkların resmini çizmek ve nakş ediyor bir mahzur bulunmadığının açık kanıtıdır. Minberlerin yapılmasındaki oymacılık, sütunların ve direk başlıklarının yapılmasında yontma san'atının ve mihraplardaki mukarnasların inşa edilmiş olması, heykelciliğin fakat canlı varlıklara ait olanının yasaklanmış ve gerisinde kalanının serbest bırakılmış meydana geldiğini açıkça işaret etmektedir. Resim ve heykelcilikteki bu minik daraltma, nesiller süresince süre gelen puta tapıcılığın önüne set çekmek gayesiyle olmuştur. İslami ölçüler önünde san'at, san'at amaçlı değil, gaye amaçlı kullanılacaktır. "Uygarlığın gelişmesine" çalışırken, san'atı başıboş bırakmayan İslam, onu disipline etmiştir. "Bugünün medeni vatandaşları, resme tapmıyor. Bu endişe, geçmiş vakte ait olarak kalmalı, hale müdahale etmemeli değil midir?" diyenlerin bulunduğuna şahit olmaktayız. Bu iddia tam anlamıyla doğru değildir. Zamanımızın vatandaşları içinde fetişizmin kalıntılarına rastlanmakta ve putperestliğin özentisini taşıyanların yer aldığını görmekteyiz. Esasen, geçmiş tarihlerde de insanoğlu, resmi yapıp karşısına geçip tapınmaya başlamış değildir. Belki, öncesinde Ma'bud-ı hakıykî var olan Allah'tan (cc) gayrisine tapmaya başlamış ve daha ardından bunların resim ve heykelini inşa etmeye kalkmıştır.
İslam dini, "uygarlığın gelişmesi demek olan" san'ata karşın çıkmamış; "uygarlığın" aygırlığa dönüşmesini önlemiştir. Biz Müslümanlar, ilme tapmayız. Müsbet ilmin kanunlarını vaz eden Allah'a (cc) iman ederiz. İslam, müziğin belden aşağısına ve nefse hitap eden çeşidine karşın tavır almış ve bunların bestelenip seslendirilmesine karşın çıkmıştır. "Rakı şişesi içerisinde balık olsam" diyen kağıt üzerinde şairlerin, "Donlara Destan" yazan beyinsizlerin,
bir tutacak dal mı verdi,
Bir giyecek şal mı verdi,
Kucak kucak mal mı verdi?
Ya nem alır "felek" benim? diyen dinsizlerin güftesini besteye, daha ardından sahneye ve hatta hükümet radyosunda okutmaya civarı vardıran zihniyetin müzik anlayışıyla İslam'ın izin verdiği musiki içinde, üzümden ele geçirilen şıra ile şarap arasındaki civarı kocaman fark vardır. İslam, san'atın aslını değil, yozlaştırılmış vasfını yasaklamış bulunmaktadır. Bu hükmü ile de insanlığın hayrına ve ilim haysiyetinin korunmasına matuf tedbir koymuş bulunmaktadır.
20 ben Soru: İnsanlar rızık hususunda müsavi olarak yaratılmışlar mıdır?
Cevap: Rezzak-ı Kerim var olan Rabbimiz, herkesin rızkını değişik yaratmıştır. Bunda birçok hikmetler vardır. Kimine fazla verse azacaktır, kimisine de az verse kızacak ve ahlakını bozacaktır. Bunların uhrevi sorumluluğunu önlemek amaçlı kimine az verir, kimine de bol ihsan eder. Bu, ilahi bir tensip ve akılla açıklaması zor bir taksimdir. Kullar teslimiyet-i külli ile hareket etmeli ve kadere rıza göstermelidir. Bu hususla ilgilenen bir Ayet-i Kmenzile, (eş-Şüra suresinin 27. Ayet-i Celilesi) bulunmaktadır. Üzerinde ibretle düşünmenize fırsat olabilir ümidiyle aşağıya yazıyorum: "Eğer Allah tüm kullarına (müsavat üzere) bol rızık verseydi, dünyada kesin ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o civarı) indirir. Şüphe yok ki O, kulların (ın her halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir."
21 ben Soru: Cenab-ı Allah, tüm ruhları alem-i ervahta yarattı. Biz, ecdadımızın torunları sayılmaktayız. Biz mi onların torunlarıyız, yoksa onlar mı bizim torunlarımızdır? Bu husus bilinmemektedir. Nedeni Ise ruhlarımız hep beraber yaratıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bunu bilinmeyecek ve aydınlatılmaya gereksinim gösterecek bir tarafı yok. Fakat her nasılsa sizin içinize bir kurt düşmüş olacak. Bildiğimiz kadarıyla durumu açıklayıp size yararlı olmaya çalışacağız. Vücutların ruhlarla imtizacı neticesinde bu aleme gelişlerindeki sıra ile,dünyaya gelmelerine sebep var olan babanın etkiyi uyarı alınınca, öncesinde gelen, daha ardından doğandan kocaman olmakta ve yakınlık derecesine göre baba ve dede diye isim almaktadır. Benzer gün yaşanan pekçok yumurta, kuluçka makinasına ya da tavuğun altına değişik zamanlarda konulsa, aralarındaki bu fasıla ikişer ay olsa, yumurtadan önce çıkan civciv, iki. çıkacak yavrulardan iki ay kocaman, daha ardından çıkacak civcivlerden dört ay kocaman olmaz mı? Yumurtalar benzer gün doğduğu amaçlı, bu fasılalarla yaşanan civcivleri benzer yaşta onay etmeye mantık ve ilmi hakikatler müsait mi? Ne dersiniz?
22- Soru: Zamanın tebeddülü ile ahkam tebeddül eder, sözü her sahada geçerli midir?
Cevap: Ayet ve hadis ile hükme bağlanmış şeylerde zamanların tebeddülü ile en minik bir değişim hiçbir zaman caiz olmaz. Bu fıkıh kaidesinde değişeceği deklarasyonlan hükümler, fakat örf ve adete dayalı şeylerdedir. Beldelerin "Kile" diye isimlendirdikleri ölçek, pekçok memlekette birbirinden değişik bulunmaktadır. Bunda bir mahzur yoktur. Zira örf-i belde bu şekilde devam edegelmiştir. Havaların ateş gibi ve soğukluğuna göre değişik giyiniş tarzı da örf ve adetlerle tesbit edilebilir. Yoksa namaz, oruç benzeri ibadetlerin ne vaktiyle, ne edasında hiçbir zaman bir değişim düşünülemez. Bu, vakte değil, Kur'an'a bağlı bir hükümdür.
23 ben Soru: Elfaz-ı küfrü telaffuz edenin hükmü nedir?
Cevap: Bu Şekilde bir kelimeyi söyleyen küfre girer, îman ve nikahını yenilemesi gerekir. İman edince nikah gerisinde gelir. Bu laf, boşanmada kullanılan bir lafız benzeri nikahı noksanlaştırmaz.

Abdestsiz Nöbet Tutmam

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında , Sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı . Bu nöbetçilerin geleneksel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta: - Kimdir o? - Kim var orda? . . Hiç kimse yoktur ama onlar sanki birilerini görüyormuş gibi , belli aralıklarla hep seslenirlermiş . . . Böylece devamlı uyanık durduklarını ve görev en başında olduklarını duyururlarmış . Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş . Bir gece , yine nöbet yerinden sesler duyar Padişah: - Kimdir o? - Kim var orda? . . Aradan 1 saat geçmesine rağmen , yine benzer ses bağırır: - Kimdir o? - Kimdir var orda? . . Padişah'ın ilgisini çeker . Bu ses , bir saat geçtiği halde değişmemiştir . Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir . Bir süre bekler ve tekrar sese dikkat kesilir . Hayret , ses bir önceki sestir . Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han , hemen ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler . Çünkü kendisine karşı tertip etmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur . Ve bu durum daha çok yenidir . Acaba yine bir Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor? Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi , Padişah'ın huzurundadır . Heyecan ve korku ile yüzü yerde beklemektedir . Padişah sorar: - Sen kaç saattir nöbettesin? - Bir buçuk saate yaklaştı , Hünkârım . - Niçin saat en başında vazifeni devretmedin? - Hünkârım , benden sonraki arkadaş rica etti , onun yerine de nöbet tutuyorum . - Niçin? Ne Amaçla usulü çiğniyorsun? O yiğit Mehmetçik utançla indirir mübarek başını . Ürkekliği iyice artar , söylemek istemez . Fakat Padişah'ın ısrarı üst kısmına şöyle konuşur: - Padişah'ım , benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş . " Ben bu halde iken Halife - i Müslimîn'in savunmasında görev alamam . N'olur , sen benim yerime de nöbet tut , sonra da ben senin yerine tutarım " dedi . Ben de kabûl ettim . Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın çok hoşuna gider . Sabahleyin hemen gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir . Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini ifade eder .

Türkiye savunma sanayi ihracatında 2016'ya hızlı başladı

 Türkiye savunma sanayi ihracatında 2016'ya hızlı başladı Savunma sanayisi, ihracattaki genel eğilimin aksine geçen yıl ortaya koyduğu başarılı performansı 2016'ya da taşıdı. Sektör, bu yılki ihracat performansıyla diğer sektörleri geride bırakmayı başardı . Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre , savunma ve havacılık sektörü son yıllarda yakaladığı istikrarlı büyümeyi ve ihracattaki başarısını sürdürdü .  Türkiye savunma sanayi ihracatında 2016'ya hızlı başladı Sektör, bu yılın ocak ayında 118 milyon 648 bin, şubat ayında 137 milyon 231 bin dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Savunma ve havacılık sektörünün yılın ilk 2 ayındaki toplam ihracatı 255 milyon 879 bin doları buldu.

Çipras, Türklere Hakaret Eden Yunan Vekile Sert Çıktı

Çipras, Türklere Hakaret Eden Yunan Vekile Sert Çıktı Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Paris'te tertip eden toplantıda AP'den kovulan Altın Şafak Partisi'nden Eleftherios Sinadinos'un sözlerine işaret eden, Büyük Ihtimalle bu konuyla alakalı yorum yapmama dahi sebep yok. Bu sözleri kınıyorum. Şayet şunun bilinmesini de isterim, Yunanistan'da bu biçimde düşünen insanlar çok değil ve belirleyici tek çoğunluğa sahip değiller diye konuştu . BASIN TOPLANTISINDA KONUŞTU Fransız Komünist Partisi (PCF) Paris'te geçen gün gece Avrupa Değişmeli konulu tek basın toplantısı tertip etti . Fransız Komünist Partisi Başkanı Pierre Laurent başkanlığında tertip eden toplantıya Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Portekiz sol parti öncüsü Marias Matias, İspanyol Podemos temsilcisi Cayo Lara ve Alman Yeşiller Partisi'nden Ska Keller katıldı. Liderler burada konuşmalar inşa etti . Liderler, toplantı bitiminde gazetecilerin suallerin cevapladı. "TÜRKİYE, AB'YE YAKINLAŞTIRILMALI" Türk gazetecinin "AB-Türkiye anlaşması dair ne düşünüyorsunuz?" şeklindeki sualine Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, "Unutmamamız gerekli var olan çok mühim tek birşey var. Ülkemiz 2.5 milyon göçmeni ağırlıyor. Muhacir krizi yalnızca bize gelenlerden oluşmuyor. Ülkemiz'deki, Lübnan'daki, Ürgeçen gün'deki kamplarda milyonlarca muhacir yaşıyor. Tek an önce kişilerin hanelerini terk etmelerini engellemek amaçlı ateşkesin sağlanması gerekir. Avrupa'nın muhacir meselenini çözmesi amaçlı Ülkemiz ile tartışılan protokol tek çözüm olarak görülüyor. Halen haklar devleti ve basın özgürlüğü benzeri konularda çok önemli sıkıntılar var. Şayet bu problemlerin Ülkemiz'yi AB'den uzaklaştırması değil, tam tersine AB'ye yakınlaştırması gerekir. Ülkemiz'nin AB azalık müzakereleri bu problemlerin çözümü tarafından çok mühim . Ülkemiz'nin üst kısmına haklar ve özgürlükler dair baskıyı da fakat bu yöntemle yap abiliriz. Ülkemiz'ni AB azalığını bu sebeple destekliyoruz" diye konuştu . " BU KONUYLA ALAKALı YORUM YAPMAMA BİLE SEBEP YOK" Çipras, Altın Şafak Partisi'nden Eleftherios Sinadinos Avrupa Parlamentosu Evrensel Kurulu'ndan kovulmasına ne amaçla var olan Türklere karşı ırkçı sözlerinin anımsadılması üst kısmına , "Büyük Ihtimalle bu konuyla alakalı yorum yapmama dahi sebep yok. Bu sözleri kınıyorum. Şayet şunun bilinmesini de isterim, Yunanistan'da bu biçimde düşünen insanlar çok değil ve belirleyici tek çoğunluğa sahip değiller. Yunanistan'da çoğunluk çeşitli kültürlere ve milliyetlere kapılarının açılmasını talep ediyor . Ülkesine iştirak eden Suriyeli mülteciler amaçlı de elinden iştirak eden her şeyi inşa ediyor . Bu vesileyle şunu ilave etmek talep ediyorum . Sığınmacı krizi, Avrupa'da sağ ve sol arasındaki ayrımı önemli tek biçimde belirtti. Sağ ve sol içinde birçok siyaset dair son olarak önemli tek başkalık var. Avrupalı toplumsal demokratlar da kamplarını seçmeliler. Tüm bu sıkıntılara daha dayanışmacı ve daha beşer i tek çözüm bulmak amaçlı partner cephe kurmalıyız" diye konuştu .

IŞİD’in vahşeti Esad’a yaramış

Beyaz Saray'ın bu dönem en yakınındaki basın mensubu Jeffrey Goldberg, ABD Başkanı'yla yaptığı uzun özel müzakerelerin ardından başkanın uluslararası ilişkilere bakışını oluşturan Obama Doktrini'ni yazdı. İlginç anekdotların yer aldığı 19 sayfalık yazıda Goldberg'e göre 2014 senesinde Musul'un IŞİD'in eline geçmesi ve 3 Amerikalının başının kesilmesi Suriye'deki önceliği Esad'ın devrilmesinden IŞİD ile savaşa yöneltti. ABD'nin saygın mecmuası Atlantic'te çıkan yazısında , basın mensubu Jeffrey Goldberg, ABD Başkanı Barack Obama'nın Ortadoğu politikasını ele alırken en önemli kırılma noktasının 24 Ağustos 2013'te Suriye'nin başkenti Şam'ın doğusundaki Guta'da yaşanan kimyasal silah saldırısı olduğunu belirtti . Obama'nın bundan önce Suriye'de kimyasal silah kullanılmasını 'kırmızı çizgi' saydığı halde Suriye'yi vurmayı reddetmesinin Amerikan dış politikasının kalıplarını yıkmak anlamına geldiğini savundu ve Obama'nın "Bundan gurur duyduğunu" aktardı.Obama, saldırıdan sonra Pentagon'a Suriye'deki hedefleri tahsis talimatı vermişti. 5 tane Arleigh-Burke sınıfı savaş gemisi Akdeniz'deydi, seyretme füzeleri rejim hedeflerini vurmaya hazırdı. Beyaz Saray yetkilileri, Beşar Esad'ın insanlığa karşı savaş suçu işlediği tezi üst kısmına hazırlık yapıysilahlı kuvvetler. Obama ise rahatsızdı. ABD halkoyu , Obama'nın saygı du yduğu Merkel benzeri müttefikler pek hevesli değildi. Kongre'ye gitme sonucuna vardı . Obama, "Washington'da başkanların riayet edecekleri varsayılan oyun şartları vardır" diyor hemen . Goldberg'e göre kırmızı çizgilerini ihlal edip Suriye'yi bombalamama kararı aldığı gün Obama bu kurallara uymadı. Ve bu Obama'nın özgürleştiği gün oldu . Goldberg, "Tarih belki 30 Ağustos 2013 tarihini, Obama'nın ABD'yi felaket bir Müslüman içsavaşına sokmadığı ve İsrail, Ülkemiz ve Ürdün'e yönelik kimyasal saldırı riskini ortadan kaldırdığı gün olarak kaydedecek. Ya da Ortadoğu'yu ABD'nin elinden, Rusya, İran ya da IŞİD'in eline bıraktığı gün olarak hatırlayabilir" yorumunda bulundu . IŞİD DIREK TEHDİT DEĞİL: ABD Başkanı Barack Obama, pkk teşkilatı IŞİD amaçlı ise Goldberg'e "IŞİD, ABD'ye direk bir varlık tehdidi değil" diye konuştu . Onun yerine küresel ısınmanın daha önemli bir sorun olarak gördüğünü belirten şu sözleri sarf etti: " Şayet bu konuyla alakalı biz bir şey yapmazsak, iklim değişikliği tüm dünyaya yönelik potansiyel bir varlık tehdidi." Makale, Obama'nın ABD amaçlı halen bir varlık tehdidi olarak görmediği IŞİD'e bakışının değişmesindeki dönüm noktasının ise 2014 Haziran'ında Musul'un azalması ve Suriye'deki üç Amerikalı'nın kafalarının kesilmesini olduğunu aktarıyor. ABD istihbaratı Musul'un düşeceğini öngöremezken öldürülen Amerikalılardan sonra IŞİD'i yenmek Obama amaçlı Esad'ı devirmekten daha acil bir iş haline geldi. IŞİD JOKER GİBİ: Goldberg, danışmanlarının ifadelerine dayanarak Obama'nın IŞİD'i Batman filmindeki kötü karakter Joker'e benzettiğini söylüyor: 'Filmin en başında Gotham kentinin çete öncülerinin buluştukları bir sahne vardır' diyor Başkan . 'Bunlar şehiri arasında paylaşan adamlar. Hepsi gangster ama bir tür düzen de var. Herkesin bizzat bölgesi var. Ve sonra Joker geliyor ve bütün şehiri ateşe veriyor. IŞİD, Joker. Bütün bölgeyi ateşe verme kapasitesi var. O yüzden savaşmamız gerekli ." SURİYELİ MUHALİFLERE İNANMADI: Obama ayrıca Goldberg'e göre baştan beri Suriye'de olağan halktan oluşan muhaliflerin, 2 büyük ülke (İran, Rusya) tarafından desteklenen prof silahlı kuvvetler karşısında duramayacağına inandı. Ancak bunun için rağmen Amerikan istihbarat raporları çerçevesinde Esad'ın Mübarek benzeri düşeceğini düşündü. ABD'ye direk bir tehdit meydana gelmediği müddetçe de Amerikan askerlerini insani bir durumu engellemek üzere konuşlandırmayı kabul etmedi . Baştan beri sloganı 'Aptalca birşeyler yapmayın' oldu: 'Don't do stupid shit'. HEDEFTE BAĞDADİ VAR Goldberg'e göre, Beyaz Saray'ın çalışma bürosu West Wing'te çalışanlar, Obama'nın kendisinden bir önceki başkanlardan bir finansal kriz, 2 de savaş devraldığını ve görevden ayrılırken de "binayı temiz bırakmak" istediğini söylüyor. Bu açıdan Obama'nın ulusal güvenlik ekibinin en öncelikli hedeflerinden biri IŞİD'in lideri Ebu Bekir El Bağdadi'yi öldürmek. Obama, 2017 ocakta ayında başkanlığı bırakacak. LİDERLER İÇİN NE DEDİ Cameron ve Sarkozy eleştirdi:
İlmin Başı Nedir?

Hüseyin adında, köyünde "Deli Hüseyin" olarak da malum tek delikanlı izdivaç eder. Düğününde Kur'an, ilâhi ve mevlidler okuhemen yan, vaaz ve nasihatlerde yer alan hoca efendilerin hâli, arasında konuştukları konular birçok tek dikkatini çeker. Hüseyin "Ben de o hocalar benzeri olacağım. İlim tahsil edeceğim." deyip ek olarak 2 üç maaş evliyken gurbetin yollarına düşer. Tam 21 sene ilim tahsil eder Hüseyin. Bu zamanda de köyüne hiç dönmez. Bitiminde hoca olabilir Hüseyin. Deli Hüseyin gitmiş Molla Hüseyin gelmiştir. "Artık ben oldum" deyip köyüne doğru yola çıkar. Yol üstündeki köylere illere uğraya uğraya yol alır. Bir köyde tek yaşlı Molla Hüseyin'i evinde konuk eder. Molla Hüseyin hasbihal ederken tek ara bizzat hikayesini de anlatır. Demek "21 sene köyünden uzakta tahsil yaptın?" der güngörmüş yaşlı. "Öyleyse ben sana tek soru sorayım bakalım bilebilecek misin?" Molla Hüseyin gayet özünden güvenilir "Sor bakalım amca" der. İhtiyar sorar; "İlmin başı nedir?" Molla Hüseyin; "Besmeledir" der. "Bilemedin" der yaşlı. "Fatihadır"... "Yine bilemedin"... "Nasara yensurudur"... "O da değil"... Hüseyin aklına ne geldiyse sayar. Ama yaşlı tek çeşitli "bildin" demez. En bitiminde pes edip sorar; "Peki sen söyle amca ilmin başı nedir?" İhtiyar der ki; "Yok öyle! Bu civarı ucuza söylemem." Hüseyin sorar; "Öyleyse ne istiyorsun?" İhtiyar; "6 ay benim hizmetimde çalışır, her istediğimi yaparsan o zaman söylerim." Hüseyin "Tamam amca çalışırım. Sen kafi ki bunu bana öğret." der. 6 ay süresince ihtiyarın hizmetinde çalışır... 6 ay dolunca ihtiyara sorar: "Eee amca... De bakalım ilmin başı nedir?" İhtiyar; "Evladım..." der. "İlmin başı sabırdır." Hüseyin öfkelenir. "E amca ben sabrı bilmiyor muydum? İstersen sana sabır ile ilgili onlarca saat vaaz verebilirim." İhtiyar; "Kızma evladım..." der. "Sen sabır ilmini biliyor olabilirsin, sabır üst kısmına saatlerce vaaz da verebilirsin. Ama sen, kendin sabretmiyordun. Seni görür görmez anladım. Sabrı bilmek farklı birşey. Sebretmek farklı birşey. Bu altı ayda sabretmeyi öğrendin. Son Olarak var git yöntemine... Yolun açık olsun. Ne var ki şunu hiç aklından emisyon. Ivedî hüküm verme. Sabret ondan ek olarak sonra hüküm ver." diye yorumlar ve Molla Hüseyin'i seyahat eder. Molla Hüseyin tek akşamın alaca karanlığında varır evine. Evinin yöntemini tutmuştur ki tek bakar tek delikanlı evine giriyor. İçine tek kurt düşer. "Acaba benim hanım başkasıyla mı evlendi?" diye düşünür. "Hem de çocuk tek delikanlıyla?.. Şayet evlendiyse... Beni aldattıysa onu da o delikanlıyı da vururum. Billahi de vururum." diye düşünceler içini kemirir. Evine yaklaşıp camdan bakar. Delikanlıyı uzanmış, başını hanımının dizine koymuş... Hanımını da delikanlının saçlarını okşar durumda görür. Kan beynine sıçrar. Tam içeri dalacaktır ki ihtiyarın sözü kulağında çınlar. "Acele hüküm verme." Bizzat kendine; "Acele etme Hüseyin" der. "Hem pergamber efendimiz (S.A.V.) ne diyordu? Seferden döndüğünüz zaman ehlinizin yanına gece gitmeyiniz, sabahı bekleyiniz." diye içinden geçirip bizzat kendine "Sabah ola hayrola" deyip köyün misafirhanesinin yöntemini meblağ. Erken erkenden kalkıp namaza gider. Tek bakar ki imam akşam evinde gördüğü delikanlı. "Ya sabır" çekip namazını kılar. Namazdan ek olarak sonra direkt köy kahvehanesinin yöntemini meblağ. Aradan geçen senelerden ek olarak sonra kimse Hüseyin'i tanımamıştır. Tek ara kahvehanedeki ihtiyarlardan birine sorar; "Amca bu köyde Deli Hüseyin diye biri vardı tanıyor musun?" Köylü; "Tanımaz mıyız evladım" der "Tabi tanırız. Bundan seneler öncesinde ilim tahsil edeceğim diye yöntemlere düştü. Hanımını öyle ortada bıraktı. Erken namazını kıldıran köyün hocası da onun oğludur. Kadıncağız tek başına çalıştı çabaladı okuttu, camiye imam etti."

Peygamberimizin unutulan sunnetleri


 Müsafeha etmek (iki mümin karşılaştıkları zaman toka yaparak salavat okumaları)
- Kıymetsiz yerlere girerken sol ayakla girilip, sağ ayakla çıkılması
(dalgınlık hali başka)

-Mübah olan yerlere sağ ayakla girilip sağ ayakla çıkılması(oda,taksi,dükkanv.s. )
- Namazları başı açık kılmamak
- Abdestte ayakları üç defa yıkamak
- Yolculukta arkadaşlarından birini reis seçmek
- Ölen kimsenin kılmadığı namazlar için iskatın yapılması için vasiyet etmesi
- İstişare etmek
- Sakal ve bıyık bırakmak
- Çevreyi temizlemek
- Çıplak ayakla namaz kılmamak
- Abdest aldıktan sonra kıbleye dönüp su içmek
- Suyu üç yudumda oturarak içmek
- Kabristandan geçerken selam vermek ve onbir İhlas okumak
- Ölüye definden sonra telkin vermek
- İslam nikahı kıymak
- Tırnak kesmeye şehadet parmağından başlamak
- Tırnağını Cuma günü kesmek
- Yatarken sağ tarafına yatmak
- Abdestli yatmak
- Yemeğe tuz ile başlamak
- Ayakkabıyı giymeden önce ters çevirmek
- Öşür vermek(farz)
- Yemeğe düşen sineğin üzerine bastırmak(bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir)
- Hergün ölümü düşünmek
- Gözlere sürme çekmek yatarken
- Salavat okumak
- Hergün tevbe etmek
- Kabirleri ziyaret etmek
- Güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra bir miktar uyumak
- Yolda başı öne eğik yürümek
- Biri seslendiğinde seslenene doğru bütün vücudu ile dönmek
- Abdest aldığında ve mescide girdiğinde namaz kılmak
- Misvak kullanmak
- Cuma günü gusul abdesti almak
- Güzel koku sürünmek
- Mahrem yerleri traş etmek(En fazla15-40 günü geçmemek)
- Oturarak küçük abdest bozmak (Ayakta bozmak tahrimen mekruhtur)
- Abdest bozarken kıbleye dönmemek
- Yemek yerken düşen lokmayı alıp yemek
- Yemeği tek bir kaptan yemek
- Yemekte sağ ayağı dikip sol ayak üzerinde oturmak (Askerde avcı oturuşu)
- Yemekte güzel şeylerden bahsetmek(Yemekte konuşulmaz lafını aslı yoktur)
- Buğday ekmeğine arpa unu karıştırmak
- Günde iki öğün yemek
- Cevizi peynirle yemek(Şifadır)
- Başka bir şehire gittiğinde lik önce soğan yemek
- Ölüm halinde su içirmek
- Ceneza namazı için tesbih çekmeyi terketmemek
- Ceneza namazından sonra ayakta dua yapmamak
- Kabr üzerine su dökmek
- Kabr balık sırtı yapmak
- Cenaze evine yemek göndermek
- Kabristana selam vermek(Essalamü aleyküm ya ehlel kubur)
- Aksırınca,aksıran Elhamdülillah deyince duyanın Yerhamükellah( Bayanlar için  Yerhamukilleh) denmesi
- Namazda kıyamda iken rükuya eğilirken sol ayağı sağ ayağın yanına getirmek
- Namazda sol ayak üzerine oturmak sağ ayağı dikmek
- Gömleğin düğmelerini aşağıdan yukarı doğru iliklemek çözerken yukarıdan aşağı doğru çözmek
- Üzümle ekmek yemek

İbretlik-Oykuler- Mutlaka Okuyunuz



ibretlik-hikayeler-ilim-kosku


BAŞARI İSTENMEDİĞİ YERE GELMEZ...


Yenildiğinizi düşünüyorsanız, yenilmişsinizdir.                           ( ibretlik hikayeler kısa,)


Cesur olmadığınızı düşünüyorsanız, korkaksınızdır.

Kazanmak istiyor fakat kazanamayacağınızı düşünüyorsanız, kesinlikle kazanamazsınız demektir.

Kaybedeceğinizi düşünüyorsanız, çoktan kaybetmişsinizdir.     (ibretlik anlamlı hikayeler,)

Dışarıdaki dünyaya çıktığınızda anlayacaksınız ki başarı, ancak onu istediğiniz takdirde gelecektir.

Her şey insanın kafasında biter.

Alt edildiğinizi düşünüyorsanız, alt edilmişsinizdir.
Yükselmek için yüksek düşünmelisiniz.

Bir ödülü kazanmadan önce kendinizden emin olmalısınız.    (ibretlik ağlatan hikayeler,)

Yaşam savaşını kazanan her zaman, en güçlü ya da en hızlı olan değildir.

Er ya da geç kazanan kişi, kazanacağını önceden düşünebilen kişidir.   


(ibretlik hikayeler duygusal,)

Varligin Degeri- ibretlik Hikaye

ibretlik-dusunduren-hikayeler


Varligin Degeri- ibretlik Hikaye


Genç adam yöresindeki bilge ve yaşlı kişiler hakkında sağda solda atıp tutuyordu. Bir gün bir bilge ona küçük bir ders vermek istedi ve genç adamı yanına çağırarak parmağındaki yüzüğü ellerine tutuşturdu ve                                             (   ibretlik hikayeler kısaca,)


- Şimdi pazara git ve bu yüzüğü 1 dolara sat. Dedi.

Genç adam yüzüğü satmak için pazara gitti fakat kimse yüzüğe 10 centten fazla vermiyordu. Çaresiz bilgenin yanına geri döndü ve olanları anlattı.

Bilge ona şöyle dedi;                    ( ibretlik namaz hikaye,)


- Şimdi kuyumcuya git ve yüzüğünün değerinin ne kadar olduğu sor.

Genç adam kuyumcuya gitti, kuyumcu yüzüğe tam 1000 dolar paha biçti. Genç adam şaşırdı, doğru bilgenin yanına geri döndü ve bu kez de ona kuyumcuda olanları anlattı. 

Bilge genç adama döndü ve                 ibretlik öyküler hikayeler,

- Dünyadaki her varlığın gerçek değerini anlaman için çok çalışıp okuman, o işin uzmanı olman gerekir, dedi.                         (   ibretlik sahabe hikayeleri,)
,

Mutlaka Oku - iBRETLiK HiKAYE



ibretlik-hikaye-mutlaka-oku

MUTLAKA SONUNA KADAR OKUYUNUZ...!


Fatma İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi
isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını
sorduğumda:
"- Fatma" dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla...
Ve ekledi:       (ibretlik anlamlı hikayeler,)
"- Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak
istemiyorum."
Böyle tehdit edercesine konuşması, onu
yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle:
"- Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da
yaparız, hoca da!"   (ibretlik hikayeler blogspot,)
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi:
"- Hocahanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın.
İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez.
Bizim köyün hocasından duymuş.
Peygamber Efendimiz, "Hâfız olanlara cennette
taç giydirilecek!" buyurmuşlar herhalde. Siz
daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk
anladık!"    (ibretlik eski hikayeler,)
Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim:
"- Tabii teyze, ne demek! Keşke herkes sizin
gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim
olsa... Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce
Allah'a sonra bize emanet!.."
Kadıncağız elime yapıştı. Öpecekken ellerimi
geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini
öptüm. Gözleri yaşardı.
"- Hocahanım bu eller, gözler hep günahlı, asıl
sizinkiler öpülmeye layık!.."
"- Estağfirullâh teyze!" dedim . "O âhirette belli
olur."    (ibretlik hikayeler gerçek,)
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda
Fatma'nın Erzurum’lu olduğunu öğrendim. Bir
an düşündüm.
"- Küçük nasıl kalacak, bu kadar uzaklarda..."
Zaman ilerledikçe Fatma'nın edepli tavırları
daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri
uykusunun arasında ayetleri sayıklarken
görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken
arada bir bana gelip çeşitli sorular soruyordu.
Birgün:                      (ibretlik güzel hikaye,)
"- Hocam hâfız olmak için Kur'ân'ı bitirmek mi
lazım?" diye sordu.
Ben de:
"- Tabii ki hepsini ezberleyeceksin ki, "hâfız"
adını alacaksın."
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey
demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü
arkasına gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur'ân
ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka
içindekileri uygulamanın gerektiğini
hatırlatıyordum. Talebelerden biri:
"- Hocam" dedi. "Fatma'nın annesi, abdestli
olmayanların hâfızlara dokunamayacağını
söylemiş. Bu doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginçti doğrusu. İçimden "mâşallâh!"
dedim. Ve onların sorularına da cevap vermek
için, "Osmanlı zamanında atalarımız Kur'ân'a
ve hâfıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış."
dedim.
Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi âdetâ
kendilerini ulaşılması zor, vitrindeki altın gibi
görüyorlardı.                  ibretlik güzel hikayeler,)

"Görsünler" dedim kendi kendime... Bu yaşta,
buralara gelmişler. Allah'ın kelâmını
ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve
revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Fatma'nın
morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.
Birgün dersini 2 kez aksatınca sormak zorunda
kaldım:
"- Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?"
Sert bir şekilde bana döndü. Solgun yüzüne bir
ciddiyet gelmişti:
"- Hayır", dedi.
"- Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da
hasta oluyorsun!" dedim.
Yalvarır gibi oldu. Gözleri dolmuştu:
"- Yanlış anlamayın, inanın ki annemi özleyip
de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum.
Allâh'ımdan çok korkuyorum. Buraları terk
edersem, bana âhirette hesabını sormaz mı?"
Dilim dudağım bağlandı. Bir şey diyemedim.
Suçlu bile hissettim, kendimi. O küçük kalbte bu
ne îmandı, Yâ Rabbi! Onu hayranlıkla
izliyordum.
Birgün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek
zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra,
arkadaşım olan doktor hanım:
"- Hocahanım, derhal bu talebeyi ailesinin
yanına gönder." dedi.
Şaşkınlıkla:
"- Neden?" diye sordum. Bana:
"- Belki üzülecek, hatta inanmayacaksın ama,
bu talebe "kanser!..".
Âdeta başımdan aşağı kaynar sular
dökülmüştü.
Hastâneden ayrılırken Fatma'ya hiç bir şey
diyemedim. O ise hâlimi anlamış gibi, bana
sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.
Kulağıma eğilerek:
"- Hocam" dedi. "Azrail insanların canını
alırken nasıldır?"
Ağlamamak için zor tutum kendimi:
"- Mü'min kullara karşı çok güzel bir
sûrettedir." dedim. Mırıldandı:
"- Belki hafız olamam, ama Elhamdülillah
mü'minim!" diye.
Hâfız olmak için Kur'an'ı bitirmek gerektiğini
söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi
anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya
başladık. Çünkü artık dayanılmaz acılar içinde
kıvranıyordu. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi
geldi. Fatma yanıma gelerek, mahcûbiyetle:
" - Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim
belki kursa almazdınız!.."
" - Ne demek!.. Nasıl kızarım sana.." dedim.
"Hem sonra, sakın üzülme hâfızlığımı
bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim
seni hâfızlar zümresinden yazmıştır inşâallâh!"
dedim.
Öyle sevindi ki! Sarıldı boynuma:
"- Gerçekten ben şimdi hâfız sayılır mıyım?
Anne bak duydun değil mi?" Hüngür hüngür
ağlıyordu.
Ya Rabbi, bu ne aşktı!
Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu
Fatma, ne güzel bir kul olurdu.
Böylece Fatma'yı gözyaşları ile Erzurum'a
uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra
ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta
içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep
hâfızlık tâcını merak ettiğini, bunun rüyalarına
bile girdiğini yazıyordu.
Birgün sabah namazından sonra telefon çaldı.
Fatma'nın annesiydi karşımdaki ses...
Ağlamaklı bir sesle:
" - Hocahanım Fatma'yı uğurladık. Rica etsem
bir hatim okur musunuz?" deyince, ben de
dayanamadım ağlamaya başladım.
Annesi beni teselli edercesine telefonu
kapatmadan:
" - Size ölmeden önce şunu söylememi istedi",
dedi. Hıçkırarak:
"- Anneciğim, hocama söyle!.. Azrâil
söylediğinden de güzelmiş."                             ( ibretlik ıslami hikayeler,)
"Ey Rabbim; senin kelamın için yanıp tutuşan,
yoluna yapışıp kelâmına sımsıkı sarılan kulunu,
sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç?’’

Okuyup ibret alanlar olur, bir kere paylaşırmısın.!